Duyuma Dayanan Tanık Beyanları Delil Sayılır Mı?
Uygulamada sıklıkla karşılaşılan ve aslında tartışılmasının da faydalı olduğunu düşündüğüm bir konu duyuma dayalı tanık beyanlarının delil olup olmadığı ve hükme esas alınıp alınamayacağı hususudur. Örneğin; Ahmet, arkadaşının işyerinin camını kırmıştır. Ahmet daha sonra bu konuyu Mustafa’ya anlatmıştır. Mustafa ise bu konu ile ilgili açılan davada Ahmet’in kendisine söylediklerini mahkemede beyan etmiştir. Bu konu hakkında da duyuma dayalı tanık beyanından başkaca hiçbir bilgi, belge vs. delilin bulunmadığını varsayalım. Bu halde ne olacaktır? Mahkeme duyuma dayalı tanık beyanını delil olarak kabul edecek midir? Yoksa tanığın beyanları gerçek bile olsa geçersiz mi sayılacaktır?
Tanık, bir olayla ilgili olarak beş duyu organından en az birisi ile bilgi edinen kişidir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere; bir kimsenin bir olay veya konu ile ilgili olarak tanıklık yapabilmesi daha doğrusu beyanlarının hükme esas alınabilmesi için; o vakıaya ilişkin açıklamalarını görme, duyma, dokunma, tatma, koklama gibi duyu organları ile doğrudan edinmiş olması gerekliliği vardır.
Tanık delili, hem ceza hem de hukuk yargılamasında takdiri delil olarak kabul edilmektedir. Tanıkların beyanda bulunurken çeşitli nedenlerle (husumet, yakın akraba veya arkadaş vs.) doğruyu söylememe ihtimali bulunmasına bağlı olarak güvenirliği yüksek olan delillerden olmamasına rağmen; belirli usul ve kurallara bağlı olarak alınan tanık beyanlarının davanın esasına ilişkin göz ardı edilemeyecek etkileri olduğu da bir gerçektir.
Özellikle bazı olaylarda ve dolaylı olarak davalarda tanık delilinden başka bir delille ispat imkanının olmaması durumunda tanık beyanları daha da önem kazanmaktadır.
Yazımızın konusuna dönecek olursak; duyuma dayalı tanık beyanı delil sayılır mı? Yukarıdaki örnek üzerinden ilerleyelim. Mustafa, Ahmet’in arkadaşının işyerinin camını kırması fiili ile ilgili bizzat Ahmet’in ağzından duyduğu bilgilere sahiptir. Ancak kendisi olayı doğrudan görmemiş, duymamış yani beş duyu organı ile elde ettiği bir görgüsü olmamıştır.
Rasyonel bakış açısıyla bir değerlendirme yaptığımızda; Ahmet bu beyanını Mustafa’ya söylerken doğruyu mu söyledi? Bunu bilebilir miyiz? Başkaca bir delilin olmaması durumunda hayır bilemeyiz. Bir başka soru Ahmet gerçekten Mustafa’ya böyle bir şey söyledi mi? Ahmet’in böyle bir şey söylememiş olmasına rağmen sırf Ahmet’in cezalandırılmasını sağlamak maksadıyla Mustafa bu şekilde bir beyanda bulunamaz mı?
Tanığın beş duyu organıyla bizzat edindiği bilgilerin dahi güvenilirliği yüksek değilken; bir başkasının tanık olduğu vakıayı ondan veya üçüncü bir kişiden dinleyerek tanıklık yapılması durumunda olağan olarak beyana olan güvenirlilik daha da azalacaktır. Yargıtay da duyuma dayalı tanık beyanı konusunda aynı görüştedir.
Dolayısıyla genel itibariyle duyuma dayalı tanık beyanı ilgili olarak tanıklık müessesinin davanın esasına daha güvenilir bir şekilde etkili olabilmesi, suistimal edilmemesi, mağduriyetlerin yaşanmaması adına tanığın beyan ettiği hususlarda beş duyu organı ile doğrudan bilgi sahibi olan kişilerin beyanlarına itibar edilmesi daha doğru olacaktır. Bu bağlamda duyuma dayalı tanık beyanlarının tek başına davanın esasına etkili olmaması gerektiği kanaatindeyim.
“Somut olayda, davacı kadın düğünde takılan ziynetlerin davalı tarafından alınıp iade edilmediğini iddia etmiş ise de dinlettiği tanık beyanları duyuma dayalı olup görgüye dayalı bilgileri bulunmamaktadır. Bu nedenle de, sırf duyuma dayalı tanık beyanlarına dayanarak hüküm kurulması doğru değildir. Bunun yanında; davacı kadın iddiasının ispatı yönünden yemin deliline de başvurmamıştır. O halde mahkemece; davacının iddiasını ispatlayamadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yukarıdaki gerekçe ile davanın kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş BOZMAYI gerektirmiştir.” (Yargıtay 3. HD., E. 2014/19468 K. 2015/15186 T. 07.10.2015)
“Davacıdan duyuma dayalı tanık beyanları boşanmaya esas alınamaz.” (Yargıtay 2. HD., E. 2013/15132 K. 2013/28479 T. 4.12.2013)
Ancak dosya kapsamında başka delillerinde olması, bu delillerinde birbirini destekler nitelikte olması halinde mahkemenin kanaatinin oluşmasında duyuma dayalı tanık beyanlarının da etkili olabileceğini düşünüyorum. Elbette bu hususta her durum açısından bir kural olarak değil, somut olay özelinde değerlendirilmesi gerekir.
“Örgütle organik bir bağ kurarak hiyerarşisine dahil olduğu yönünde herhangi bir delil bulunmayan ve devletin her kurumuna sızan mensupları vasıtasıyla kişi ve kurumlara yönelik, örgütün gerçek yüzünü ortaya koyan operasyonlara başlandığı, bu yapının kamuoyu ve medya tarafından tartışılır hale geldiği, üst düzey hükümet yetkilileri ve kamu görevlileri tarafından yapılan açıklamalarda “paralel yapı” veya “terör örgütü” olduğuna ilişkin tespitler ve uyarıların yapıldığı, Milli Güvenlik Kurulu tarafından da aynı değerlendirmelerin paylaşıldığı süreçten sonra görgüye yönelik olmayan, duyuma dayalı tanıklar beyanları kapsamında örgütle bağlantıları zayıfladığı anlaşılan, örgüte müzahir Bylock programını kullandığına ilişkin hakkında bir iddia ve tespit olmayan, Bank Asya’da herhangi bir hesap hareketi bulunmayan, hakkında mahkeme huzurunda dinlenen tanık …’in ”17-25 Aralık 2013 olayları sonrasında cemaatle ilişiğini kestiğini bizzat kendisi söylerdi” şeklinde beyanı bulunan sanık hakkında gizli tanık anlatımlarının delil olarak gösterildiği, ne var ki, hiçbir somut delille desteklenmeyen gizli tanık anlatımıyla ilgili Tanık Koruma Yasasının 9/8 maddesi düşünüldüğünde ve ikametinde yapılan aramada örgüte ait kitapların ve yayınların ele geçirilmesinin, sanığın konum ve kişisel özellikleri de nazara alındığında sempati ve iltisak boyutunu aşan, örgüt üyesi olduğunu ispat etmeye yeterli örgütsel faaliyetler kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetildiğinde, istinaf mahkemesince kurulan BERAAT hükmü usul ve yasaya uygun bulunduğundan” (Yargıtay 16. CD., E. 2019/11090 K. 2020/3296 T. 6.7.2020)
Av. Oktay Altunkaya